22.09.2008

Millet(!) İntihar Bombacısını Anarken | Sedat ONAR





Millet(!) İntihar Bombacısını Anarken…


Hasbelkader kaza yapıp, yaralandınız ve sizi Malatya Devlet Hastanesine kaldırdılar. Acildeki doktor ilk müdahaleyi yaptı. Hemen röntgene sevk ederek, röntgeninizi çektirmek istedi. Röntgen girişinde sizi ufak tefek kıvırcık siyah saçlı, minyon tipli genç bir kız röntgen tekniksiyeni karşılayacaktı. Kim bilir, sizi o halde görünce içi ne kadar acıyacak ve şifa bulmanız için gayret sarf edecekti. Çalıştığı dönemlerde belki de binlerce biçare insanın sağlığına kavuşması için ter döküp endişe etmişti. O insanlık sanatlarında ölümü değil, yaşamı kurtarmayı meslek olarak seçmişti. Kurtarılan her beden, her can O’nun mesleğine olan bağlılığını arttırıyor, insanlara olan sevgisini çoğaltıyordu.

1994 yılına kadar bu böyle sürdü. 1994 yılında PKK ile tanıştı. Tanışması ve dönüşmesi kısa oldu. Örgüt, içindeki insan sevgisini boşaltarak, nefret ve kinle doldurdu. Kısa sürede insana can vermeyi değil, insanların canını almayı arzular hale geldi. 1995 yılında Tunceli kırsalında elinde silahla, daha düne kadar röntgenini çekip, sağlığına kavuşması için dua ettiği Mehmetçiğe kurşun sıkmaya başladı. Cana can katmayı bitirmiş ve candan can almayı ülkü olarak benimsemişti. Hatta örgütün O’na öğrettiği şekilde; ailesiyle bile, feodal etkiler taşıdığı, küçük Kemalist burjuva özellikleri taşıdığı için ilişkisini kesmişti.

Ne olmuştu da, bu 23 yaşında evlilik hayalleri kuran genç kız dağın zor ve çileli şartlarını tercih etmişti? Ailesinin bunca yılda veremediği ne vardı ki, örgüt ailesinin veremediğini vermişti?

Aslında örgüt O’na korku ve nefreti öğretmişti…

Bu kızın adı Zeynep Kınacı’ydı. Ama örgüttekiler O’nu, örgütün ona verdiği Zilan kod adı ile tanıyordu. Zilan ilk önceleri gençlik heyecanı ile örgütte ayak uydurmaya çalışmıştı. Ancak, aradan daha 6 ay geçmeden dağ şartlarını taşıyamaz hale gelmiş ve bunun üzerine gözünde büyüttüğü örgütün kendinde yarattığı hayal kırıklıkları örgütle olan bağını zayıflatmıştı. Hatta, 1995 yılının Mart ayında Ovacık-Tunceli yolunda 18 askerin pusuya düşürülerek şehit edilmesi eyleminden sonra kendi kendini daha fazla sorgulamaya başladı.

Terör örgütünde derin düşüncelere dalmaya başlayanların, kaçacağı endişesi hakimdir. Bu tür derin düşüncelere dalanları ve eylem aşamalarında tereddüt gösterenlerin karşısına üç sonuç çıkar. Birincisi uygulama denilen kapalı bir yerde hapsedilerek yapılan işkence seansları, ikincisi özeleştiri verdirip örgüt adına feda eylemi yapması, üçüncüsü de kalaşnikov’un namlusundan çıkan 25 gram ağırlığındaki bir kurşundur. Dile benden ne dilersen taktiği.

PKK terör örgütünün o zamanki sözde Dersim (=Tunceli)eyalet sorumlusu Kazım kod adlı Hamili Yıldırım da Zeynep Kınacı’nın önüne bu seçeneği koydu. Bir taşla üç kuş vurmak istiyordu. Böylece, Zeynep enterne edilerek bir eylemde harcanacak, düşman kabul edilen Türk Ordusunun bunaltan operasyonlarının intikamı alınacak, Tunceli bölgesinde PKK terör örgütünün ayakta kaldığı mesajı verilecekti.

Nitekim Hamili Yıldırım tarafından Zeynep Kınacı’nın önüne bu seçenekler konulunca kendine en uygun alternatifi seçti. İntihar bombacısı olacaktı. PKK’nın örgütsel gelişimi içinde ilk defa ciddi bir intihar eyleminde bulunanın PKK’nın terör eylemleri kronolojisinde yer alması kaçınılmazdı. Ayrıca Milli Piyangodan çıkan amorti gibi, bu intihar eylemcisi ölürse tarihte yerini alması kadar, kadın eylemciler arasında da haklı bir üne kavuşacaktı.

Zeynep, fazla duraksamadan kararını verdi. O’na patlayıcı maddeler konusunda pek fazla bir eğitim de vermediler. Nasıl olsa TNT fabrikasında kalite kontrol mühendisi olarak çalışmayacaktı ya.

30 Haziran 1996, Pazar.

Tunceli şehir merkezinde sıradan bir Pazar günü. Her ilde olduğu gibi Garnizon Komutanlığı bayrak töreni yapacak. Garnizon Bandosu ve Tören Kıt’ası tören alanında yerini almış, o gün İstiklal Marşı okunarak, bayrak indirilecek. Ancak her zamanki törenlerden yegane farkı töre alanı ve civarında vatandaşlardan kimse yok.

Saat 17:30.

Cumhuriyet Meydanı’na doğru yavaş adımlarla ilerleyen Zeynep Kınacı aslında bir çok insan tarafından normal karşılanmayacak bir ürkeklik ve tedirginlik içinde. Yaz mevsimi olmasına rağmen üzerinde mavi bir anorakla vücuduna bağladığı TNT kalıplarını ve bunlara paralel bağlanmış 5 el bombasını kamufle ederek tören birliğine yanaşmak istiyor.

Garnizon bandosu biraz sonra yapılacak bayrak indirme törenine konsantre olmuş, bekliyor, gelen kadına dikkat eden yok. Çevrede emniyet nöbeti tutan inzibatlar başı öne eğik olarak yanlarından geçen kadına dikkat etmiyor. Hepsi saçı sakalı birbirine karışmış, pis kokulu bir terörist bekliyor.

Türkiye’de bir ilk o gün oluyor. Zeynep Kınacı bandonun bulunduğu kaldırımın kenarına kadar yanaşıyor. Tören birliğinin askerlerinin yanına gidip gitmeme tereddüdü yaşıyor. Birbirine paralel bağlanmış, 4 tahrip kalıbıyla, 5 el bombasını ateşliyor.

Olayda, 2’si bandocu astsubay, 6’sı bandocu er toplam 8 askerimiz parçalanarak şehit düşüyor. 29 askerimiz yaralanıyor.

Ardından ne mi oluyor?

Daha askerlerimizin kanı kurumadan bu meydanda İnsan Hakları Anıtı adı altında bir anıt açılıyor. Anıtın bir yüzünde çember içinde bir kadın rölyefi bulunmaktadır. Bütün herkes bilir ki bu rölyef tıpatıp Zeynep Kınacı’ya benzemektedir. Benzemeyi bir kenara bırakın bizzat Zeynep Kınacı’yı temsil etmektedir.

Bizim şehit olan askerlerimizi yad eden veya anıtlaştırmaya çalışan yok.

Tunceli’de her yıl İnsan Hakları gününde bu anıta gidilip saygı duruşunda bulunulur. Tabi bizim bandocu şehitlerimizin hakları için değil…

Hatta, bundan da ötesi, geçen yıl Tunceli Belediye Başkanı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Ulusal Mücadele Günü’nde bir basın açıklaması yaptı. Başkan dedi ki: Zeynep Kınacı Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin bir sembolüdür!

Bu yetmedi. Bu yılda PKK’nın talimatıyla Zeynep Kınacı için:

PKK’nın kadın kolu olan YJA Star bir anma bildirisi yayımladı, Zeynep Kınacı’yı anmak için DTP Siirt İl Başkanlığınca anma töreni düzenlendi.

Ya, biz ne yaptık? Akşama kadar bekledim, belki birisi bir şeyler yapar diye...

Adam Türk askerini şehit eden bir katili anarak vefasını gösterirken, bizim bu olayda şehit olanlara zerre kadar minnet borcumuz yokmuş gibi davranmak ağrıma gidiyor…

Tunceli’de bir tane askeri birliğimizde mi yok? Niye her sene 30 Haziran’da Tunceli Cumhuriyet Alanı’nda katliam şehitlerimizi anamıyoruz? Devletin ödenek vermesi mi gerkiyor? Yoksa intihar bombacısı katili lanetlerken bazı vatandaşlarımızın kırılacağı endişesi mi taşıyoruz?

Veyahut hiç aklıma getirmek istemiyorum ama 30 Haziran 1996’yı unuttuk mu?

Son olarak bazı DTP’lilere seslenmek istiyorum…

Askerimizi şehit eden katilleri anarak bizi tahrik etmeyi düşünüyorsanız, merak etmeyin bir şey olmaz. Nasıl Zeynep Kınacı için Tunceli şehir merkezine anıt diktiğinizde kimsenin sesi çıkmadıysa yine çıkmaz. Devletin valisi, Komutanı nasıl olsa hukuk içinde davranacak…

Ancak koskoca bir Türk Milletinden de intihar bombacısı çıkması için uğraş veriyorsanız, bilelim… Zira Kıbrıs Barış harekatında Beşparmak Dağlarındaki Rumlara ait asansörlü makineli tüfek mevzilerinin nasıl tahrip edildiğini bilmediğiniz için, böyle düşünebilirsiniz… Yalnız Kıbrıs Savaşını bir kez daha okumanızı tavsiye ederim.

Zeynep Kınacı tarafından 30 Haziran 1996 tarihinde katledilen astsubaylarımız Önder Yağmur’u, Cafer Akınca’yı, Hakan Akyar’ı, Ali Alıç’ı; erlerimiz Ahmet Yayman’ı, Yusuf Yıldırım’ı, İbrahim Sever’i, Celal Hatıl’ı ben anmadan geçemiyorum. Her 30 Haziran’da da anacağım...

Tarih : 30.06.2008

Hiç yorum yok: