9.09.2008

Emanete Hıyanet-3

Bookmark Post in Technorati



Kanal 7’nin internet sitesi PKK’nın elinde bulunan 8 rehin askerin serbest bırakılmasından sonra elektronik bir anket yapmış. Anketin sorusu:

“Adalet Bakanı M.Ali Şahin’in 8 askerin serbest bırakılmasından sevinç duymadım.” demesini haklı buluyor musunuz?”

Anket bir gün sürdü. Belki de farklı tepkiler aldığından dolayı hemen siteden kaldırıldı.

Ben oy verdiğimde; ankete katılanların %80’i adalet Bakanını haklı bulduğunu bildirmişti.

Zaten daha sonra bu konu iyice kızıştı. Köşe yazarları kendi ideolojik inançlarına göre konuya farklı yönlerden yaklaştılar. Ama büyük çoğunluğu Türk askerinin bu duruma düşmesinden rahatsız olduklarını köşelerinden dile getirdiler.

Benim en çok merak ettiğim ise askerlerin bu duruma düşmesine kılıf bulacak yazarlardı. Bir köşe yazarımız konu henüz sıcağı sıcağına iken balıklama atlamış. Söz konusu yazarımız 2002 yılında yazdığı bir bir köşe yazısında “...Yani insanlara zarar vermedikleri sürece kişilerin sübyancı olma hakkını savunuyorum.” diyerek pedofiliye(Çocuklara karşı cinsel arzu duyan sapıklık) bile kendince bir özgürlük kılıfı bulmuştu.

Bu yazarımız da, 7 Kasımda yazdığı bir köşe yazısında: ‘Atatürk’ün ‘Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.’ sözüne atıf yaparak, “Söz konusu insan hayatıysa gerisi teferruattır.” gibi veciz bir kılıf bulmuş. Güya, tarihi olarak vatanın geçici bir kavram olduğunu, bu nedenle vatan için ölmenin saçma sapan bir şey olduğunu vurgulamış.

Ee, ne diyelim. Allah akıl fikir versin desek, fikir üretmiş. Biz en iyisi Allah doğru akıl fikir versin diyelim.

Allah’tan bin yıllık Türk Ordusunun geleneklerinde böyle bir anlayış olmamış..

Gerçi yazarımızın inandığı ideolojiyi savunan örgütlerde böyle hayatı kutsayan bir anlayış var mıymış? Onların, davalarına ihanet eden arkadaşlarının hayatlarını kafalarına birer kurşun sıkarak kutsadıklarını biliyoruz. PKK’da aynısını yapmıyor mu? Her neyse..

Gelelim teslim edilen 8 askere bundan sonra ne olacak?

Kimi yazarların yumurtladığı fikirlere göre; bu askerlerin bir psikolog tarafından rehabilite edilerek, çürüğe ayrılması ve askerlikten terhis edilmesi mi olacak? Yoksa, Askeri Ceza Kanununda yazan “Harp Hiyaneti” veya “Milli Mukavemeti Kırmak” suçlarından işlem yapılacak mı?

Irak Savaşı sırasında Iraklıların eline düşen Amerikan askerlerinden “Ben bu savaşın anlamsızlığını biliyorum. Saddam bize çok iyi bakıyor. Biz burayı gereksiz yere işgal ettik..”diyenlerin başına serbest bırakıldıktan sonra neler geldiğini Amerikalıların emekli asker sitelerinden bulup okuyabilirsiniz. Amerikalılar bile esir düşmeye bir şey demiyor. Ancak esir düştükten sonra görevi, ülkesi ve arkadaşları aleyhinde konuşanları affetmiyor.

Vietnam Savaşı sırasında Vietkong’un eline esir düştükten sonra, Vietkongluların radyosunda Amerikan askerlerinin moralini bozmak için program yapan Amerikalılar vatandaşlıktan çıkarıldı. Amerika’ya geri dönenler ise toplama kampına benzeyen hapishanelerde sürüm sürüm süründürüldü..

Unutmayalım ki, bir ülke toprakları üzerinde yaşayan insanların can güvenliğini ancak eli silah tutan kuvvetleri ile sağlar. Yasal silah kullanma ve adam öldürme ayrıcalığı devlete aittir. Bunun dışında kim elinde silahla askerini, masum vatandaşını öldürür; köy yollarına mayın döşer; şantiyeleri basar, iş makinelerini yakarsa elbette karşısında devleti görür. Devlet bunu da yasal silahlı gücü ile yapar. Elbette yasal zorunluluk olarak 20 yaşındaki delikanlıyı eğiterek, eline silah verir ve dağ başına göndererek bu toprakları korutur.

Hani derler ya; ülken için hiç emek vermedinse bayrak sana bir bez parçası, vatan toprağı da saksı toprağı olarak gözükür.

Bu ülkeye vergi veren, askerlik yapan, her askerinin şehit oluşunda evleri yangın yerine dönen milletimiz bunu da bir kenara not almıştır.

Özellikle, terle mücadelede kolunu, bacağını, gözünü kaybetmiş vakurla bu hazin öyküyü seyreden gaziler ile evlatlarını bu ülke uğruna kara toprağa veren ailelerin bunu gönüllerine not ettiklerini çok iyi biliyorum.

Bu şarkı burada bitmez. Konuya devam edeceğiz.



Tarih : 15.11.2007

Emanete Hıyanet-2

Bookmark Post in Technorati



Herhalde olayların gelişimi bize başta anlatmamız gerekeni sonda, sonda anlatacağımızı da başta anlatmamızı gerektirdi.

Konumuz PKK’nın Dağlıca baskınından sonraki olaylar..

21 Ekim günü Hakkari-Dağlıca’da görev yapan Motorlu Piyade Taburunun yakın emniyet mevzilerine saldıran teröristler 12 askerimizi şehit edip, 8 askeride yanlarına alarak götürdü. Götürülen 8 askerin burunlarının dahi kanamamasını bir kenara bırakın, ellerinin üzerinde bile bir çizik yoktu.

Askerler adeta akşam mesai bitiminde masasını toplayarak işyerini terk eden memur gibi teröristlerin peşine takılarak gecenin karanlığında Irak içlerine gitmişlerdi.

Ancak, yanlarındaki ya da önlerindeki mevzilerde görev yapan ve annesi-babası tarafından kendisine vatan toprağının namus olduğu anlayışı helal süt gibi emzirildiği için mevzisini terk etmeyip, kahramanca şehit düşen 12 evladımızın kanları henüz kurumadan, bunlardan 4’ü PKK’nın yayın organı ROJ TV’ye çıkarıldı.

Hem de ROJ TV’ye çıkarılanlardan biri uzman çavuş Halis TAN’dı.

Belki de şehit olan askerlerin tim komutanıydı.

Kim bilir, şehit olan o kahramanlara “Askerlerim, vatan toprağı kutsaldır. Biz Türkler vatan toprağını ana ırzı biliriz. Aman bulunduğunuz mevzilerde kahramanca çarpışın. Bu kalleşlere aman vermeyin. Arkadaşlarınızı satmayın...”diye talimat vermiştir.

Talimat verdiği kahramanları koskoca bir millet Türkiye’nin dört bir yanında bağrına basarak kendinden önce giden diğer şehitlerin yanına şerefle uğurlarken kendisi televizyon ekranlarında bakın neler söylüyordu:

”Ben burada 8 arkadaşımla esir düşmüşüzdür. Buradan devlet bürokratlarına sesleniyorum; bu iş silahla, savaşla çözülecek bir iş değil.. Parti gözetmeksizin oturulacak, insanca kararlar alınacak..”

O zaman adama sormazlar mı? E, niye asker oldun? Niye bu görevi yapman için sana maaş ödüyoruz? Bu kadar insancılsan, niçin İnsan Hakları Derneğine üye olup, oradan maaş almıyorsun?

Bunu ilerde çocuğu sorarsa ne diyecek?

Hele hele bir Mardinli er var ki evlere şenlik!.. PKK’nın Dağlıca şubesiymiş!..

Ramazan Yüce adlı er bakın ROJ TV’de neler yumurtluyor: Buradaki arkadaşların hepsi bize ağbi, kardeş gibi davranıyorlar. (Evet, öyledir. Karı-koca gibi davranıyorlar dememiş.) Bize anlatıldığı gibi değil buralar. Biz burada gerçeği gördük. Dönüşte bunları halka da söyleyeceğiz.Özellikle devlet büyüklerine sesleniyorum. Bu artık silah yöntemiyle çözülecek bir sorun değil. Masaya otursunlar güzellikle çözsünler...Erdoğan (Başbakanımıza hitap ediyor.) diyor ki ‘Benim oğlum askerliğini yapmadı. Gelsin de görsün o zaman buradaki askerliği...Arkamızdan gelmeyen tabur komutanına da seslenmek istiyorum.Onunda hataları var. Eğer bize destek göndermediyse, bizim de asker olmamız için bir sebep kalmamıştır. Elimizden geldiği kadar Türk Ordusundan uzaklaşmaya çalışacağım. .(Tam bir vicdani redci!.)

Diğer Antepli er İrfan BEYAZ ile Niğdeli er Mehmet ŞENKUL benzer şeyleri söylüyor.

Yalnız Mehmet ŞENKUL adlı erin konuşmasının bir yerinde yanında bulunan katillerden bir tanesi bunun konuşmasına saplama yaparak:”Ölen askerler teslim olsaydı ölmezdi. Değil mi?”diye soruyor. Er’de “Teslim olsalardı, ölmezlerdi.”diye noktayı koyuyor.

Ne kadar hazin değil mi?

Arkadaşını öldüren katile hak veriyor.

Rehin alınan diğer 4 eri hiç konuşturmamışlar. Herhalde onlardan istedikleri cümleleri alamıyorlar.

Bunlar, hasbelkader o esnada ROJ TV’yi merak edipte seyreden vatanseverin beyinlerine birer ihanet kurşunu sıktılar. Şimdiye kadar PKK’nın eline düşmüş hiç bir askerin yapmadığını yaptılar.

Türk askerine bunu Yunanlılar bile yaptıramadı. Arkadaşını şehit eden hiçbir katili şimdiye kadar hiçbir asker savunmadı. Ama PKK yaptırdı..

Konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.



Tarih : 15.11.2007

Emanete Hıyanet-1

Bookmark Post in Technorati


Türkiye Büyük Millet Meclisi Milletvekilleri milletvekilliğine başlangıçta Anayasanın 81nci maddesine göre yemin ederler. Ettikleri yemin şu ibareleri içerir:

““...vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, ...koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; ... Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

Memur olarak devlette işe başlayanlar asil memurluğa başladıklarında da, Devlet Memurları Kanununun 6ncı maddesinde belirtilen: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma; ... Türk Milletinin milli... değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; ...milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”metnine göre yemin ederler.

Askerler ise; rütbeli personel okullarında, erbaş ve erler de temel askerlik eğitimlerinin sonunda İç Hizmet Kanununun 37nci maddesine göre aşağıdaki şekilde yemin ederler: “... milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim."

Devletimizin ayakta dimdik durması, vatandaşlarımızın daha zengin ve müreffeh bir ülkede güvenle yaşaması, düşmanlarımızın bize yan gözle bakamaması için bu yemini edenlerin yeminlerine namusu ve şerefi gibi sadık kalması yeter..

Ama bir yerde bir eksiklik mi var, ne? Yoksa herkes yemin ediyor. Milletvekilimiz, memurumuz, askerimiz.. Yemin eden, edene.. Kimisi ezberden, kimisi eline yazdığı kağıttan yeminini bir güzel ediyor.

Diğer yandan da ortada bir sürü virane.. Kalleşlik, ihanet, hırsızlık, rüşvet, adam sendecilik, diz boyu.

Aslında milletimiz hepsine yavaş yavaş alıştırılmıştı. Her şeyi kanıksamıştı.

Devletin 5 askerini şehit eden 7 yılda salıveriliyordu..

Hırsızlık yapan iftiharla aramızda dolaşıyordu..

Rüşvet yiyen işini bilen memurdu..

Kalleşlik yapan en muteber iş bitiriciydi..

Yalnız bu millet askerinin ihanetini kabullenemezdi. Evinden malı çalındığında, rüşvet verdiğinde sıkılmazdı. Ancak evinde namusuna sıra geldi ise, işte o zaman bir fare olsa bile kükrer, bir dağ olsa bile volkana dönerdi.

Neden mi, yemin namusunu anlatıyorum. İki yanlış bir doğru etmez de ondan. Hele hele bu kadar yanlış arasında bir doğru yoksa bunu anlatmamız gerek..

Milletvekili yemin eder; ihale takipçiliği, iş bitiricilik, torpil, suistimal yapardı. Ama askerine kurşun sıkanla tokalaşmazdı.

Asker yemin eder; nöbetinde uyur, arkadaşınla kavga eder, devlet malını hor kullanırdı. Ama arkadaşlarını şehit edenlerle işbirliği yapmazdı.

Bazıları Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e kızdı. Nedeni de; PKK’nın elinde rehin olan 8 askerin güle oynaya, bin bir rezillikle Türkiye’ye getirilişindeki onursuzluktu.

Bakanımız askerinin onursuz bir şekilde PKK’nın eline düşmesini, ardından da kahpece bir propagandaya alet olmasını hazmedemiyordu. Herhalde Türkiye genelinde bir referandum yapılsa, milletimizin büyük bir çoğunluğu Türk Askerinin böyle terörist eline kolayca düşmesi yerine mertçe ölmesini isterdi. Bunu oğulları şu an askerde, hatta o bölgede görev yapanların da istediğinden kuşkum yok..

2003 yılında Irak-Süleymaniye’de görev yapan 11 Türk Askerinin başına Amerikalılarca çuval geçirilmesi sonrasında yaşamadık mı? Milletçe kahrolmuş, keşke başlarına çuval geçirteceklerine kahramanca şehit olsalardı, dememiş miydik?

Bunu da not aldık. Yoksa daha da not almaya devam edecek miyiz? Ordumuz bu kara lekeyi mutlaka düzeltecektir. Askeri Savcılarımız mutlaka Askeri Ceza Kanunundaki “vatana hıyanet” cürümünün kağıt üzerinde kalmayacağını göstereceklerdir. En azından kahramanca vuruşmayı göze alarak, bu uğurda ya gazi ya da şehit olanların hatıralarına hürmeten bunu yapmamız gerekiyor..

Daha bitmedi. PKK’nın serbest bıraktığı bu 8 askerle ilgili hem biz çok konuşacağız, hem de tarih..



Tarih : 15.11.2007

Rehin Askerler-2

Bookmark Post in Technorati


PKK tarafından rehin alındıktan 14 gün sonra 8 Türk askerinin serbest bırakılması töreni dünya medyasında neredeyse birinci haberdi.

Yalnız sahnelenen bu oyun, 1996 yılında Hakkari’nin Ortaklar Karakolundan kaçırılan 8 askere Kuzey Irak’taki PKK’nın Zeli Kampında düzenlenen teslim törenine göre daha sönük geçtiği ortadadır. 1996’daki bu oyunda daha çok figüran vardı ve tören daha şaşaalıydı. Ancak etkisi Türkiye ile sınırlıydı..

Bu kez sahnelenen oyunun oyuncu kadrosu daha kalabalık ve yönetmeni daha tecrübeli.

Yapımcı : Orgeneral David Petraus- ABD Kuvvetlerinin Irak’taki Komutanı.

Yönetmen : Tümgeneral Benjamin Mixon- ABD’nin Kuzey Irak’tan sorumlu 25nci Piyade Tümeni Komutanı.

Senaryo : Türk-ABD-Barzani ortak yapımı

Başroller : Hüseyin Sincari –Barzani’yi temsilen Kerim Sincari’nin yeğeni.

Osman Hacı Mahmut- Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin İçişleri Bakanı

Kerim Sincari-Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin İçişleri ve İstihbarattan sorumlu Devlet Bakanı.

DTP Milletvekili Aysel Tuğluk-Diyarbakır Milletvekili.

DTP Milletvekili Osman Özçelik- Siirt Milletvekili.

DTP Milletvekili Fatma Kurtulan- Van Milletvekili.

PKK’lı Yücel Halis-PKK’nın Çemçu kampı sorumlusu.



Oyuncu kadrosu bu kadar ünlü olunca oynana oyunun da dünya çapında ses getirmesi kaçınılmaz..

1996 yılındaki oyuncular tamamen yerli idi. Oyun kötü bir senaryo etrafında dandik dekorlarla daha uzun oynanmaya çalışıldı. İlave olarak figürasyonda bazı askerlerin aileleri de rol aldı.

Şimdiki oyun, daha kısa ve netti.. Herkes rolünün hakkını verdi..

Başrol oyuncularının hepsinin kılık kıyafetleri özenliydi. Ceket düğmeleri ilikli, eller önde birbirine saygı ile bağlanmış, yüzlerde yapmacık bir gülümseme vardı.

Ta Amerika’dan Yeni Zelanda’ya kadar her yerde ilgi uyandırdı. Kuzey Irak’a girmeye karar vermiş Türkiye’ye karşı; “Bakın, sizin terörist dediklerinizin önünde parlamentonuzda görev yapan milletvekilleriniz bile el pençe divan duruyor. Askerlerinizden 4’ü de adamların haklı olduğunu savunan açıklamalar yapmışlar. İlaveten baba ocağını terk edip gurbette çalışmaya giden insanlar gibi rakipleri ile centilmence el sıkışıyorlar. Daha ne istiyorsunuz. Adamlar kötü niyetli olsa böyle yaparlar mıydı? İşi uzatmayın bir an evvel aranızda anlaşın da, olsun bitsin!.” havası oluşmaya başladı.

Bu kampta bulunan adamlar sanki petrol sondajında çalışıyorlarmış da, sondaj sonucunda bu askerleri bulmuşlar gibi bir hava yarattılar..

Şimdi, Türkiye istediği kadar diplomasi atağı yapsın, Hollanda’nın veya Somali’nin kuytu bir yerinde bu haberi seyreden dünya vatandaşları:

“Yahu savaşa ne lüzum var. Bakın adamlar barışsever. Askerlerin burnunu bile kanatmamış.”şeklinde düşünmemişler midir?

Propaganda etkilediği kitlenin büyüklüğü ve kabul edilebilirliği ile büyüklüğünü hissettirir. İnsanlar televizyondan ve gazetelerden bunu görüyor. Oysa, al bayrağa sarılı tabutlar içinde ailelerine teslim edilen şehitlerin pek çoğunun daha yaralı iken kafalarına kaleşnikofla ateş edilmiş olduğunu kim biliyor ki?

Amaçlanan oyun başarı ile sahnelendi. Şehit ailelerinin çığlıklarını, gazilerin feryatlarını şimdilik kimse dinlemiyor.

Unutmayalım.. Kıyamet günü de İsrafil’in Sûr’unu üflemesi ile başlayacak. Üflenen Sûr’un sesi, kıyameti başlatacak.

Şimdilik hepimizin kulağı ‘Sûr’da olsun..



Tarih : 15.11.2007

Şiddeti Kınıyorlar!..

Bookmark Post in Technorati


Nerede bir DTP’li görünse gazetecilerin elinde bir mikrofon hemen yanaşıyorlar:

“PKK’yı terör örgütü olarak görüyor musunuz?”

Televizyonda tartışma programına hangi DTP’li çıksa sunucu veya diğer konuklar:

“PKK’nın terör eylemlerini kınıyor musunuz?”

Gazeteciler DTP’lilerle ne zaman röportaj yapsa:

“DTP’nin PKK ile organik bağı var mı? Siz onların legal uzantısı mısınız?

Gazete manşetlerinde:

DTP Kongresinde bayrak asılmadı, İstiklal Marşı okunmadı, teröristler için saygı duruşunda bulunuldu, Türk Bayrağını yere attılar vs.,vs..

Milletçe aynı şeyleri bıkıp usanmadan tekrar etmeye devam edeceğiz, onlarda aynı cevabı vermeye devam edecekler. Biz böyle devam ederken bir de bakacağız ki, DTP parti programına demokratik özerkliği almış. Yani, Türkiye’nin bölünmesini.

Daha ne diyelim.. Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzere..

Hafızalarınız şöyle bir yoklayın bakalım.

12 Şubat 1994’te İstanbul-Tuzla’daki halka açık bir tren istasyonunda PKK teröristlerinin kahpece bir bomba patlatması sonucunda 5 askeri öğrencimizin ölmesi, 27’sinin de yaralanmasından sonra o zamanki DEP’liler neler demiş:

DEP Genel Başkanı Hatip Dicle:

“Silahlar sussun, kardeş kanı akmasın..”

Bir gün sonra:

“ Bombalamayı planlayan İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'dir. Bir Bakan bu kadar alçalamaz.”

Bombalama olayını PKK’nın üstlenmesinden sonra:

"Tuzla'daki bombalama eylemi savaş ortamının bir gereğidir. Öldürülen Yedek Subay Öğrencileri ise askeri hedeftir." diyebilmiştir. Bu ne demektir? Ben PKK’nın silahsız sözcüsüyüm, ama onun silahlı eylemlerine bahane uydururum.

Adamlar binlerce, milyonlarca kez bunu söylediler. “PKK’lılar kardeşimiz mi demediler, çocuklarımız mı demediler? Neler, neler dediler. Sadece biz duymak istemedik.

Biz de nalıncı keseri gibi devamlı “PKK’yı kınıyor musunuz? Yok, lanetliyor musunuz?gibi saflıklarla uğraştık. Niye kınasın? Aksine sahipleniyor...

Onların kınadığı tek şiddet devletin terörle mücadelede teröristleri etkisiz hale getirmekte kullandığı şiddet.

Anadolu üzerinde 1000 yıldır beraber yaşadığımızı, sevinçte ve kederde birlikte gülüp ağladığımızı kabullenemiyor. İlla, bölünmek istiyor. Tabii, güçleri yeterse..

Bir de, kongrelerinde İstiklal Marşı okumuyorlarmış.. Bırakın Allah aşkına, Diyarbakır-Yenişehir Belediyesi çocuk korosunu ta Amerika’ya kadar gönderip de, halen Barzani ve PKK tarafından milli marş olarak kabul edilen “Ey Rekip”(=Hey düşman) marşını okutmadılar mı? Parantez içinde belirtelim, hey düşman dedikleri kim ola ki?

Kongrelerde bayrak asmıyorlarmış..

Daha önce yapılan kongrelerini televizyonda da mı izlemediniz? Ya nevruzları? Gerçi onlar bunu bahar bayramı olarak görmeyip demirci Kawa’nın Hükümdar zalim Dehak’a isyan günü gördükleri için “Newroz”diyorlar ya. Bu kutlamaları da mı görmediniz, numunelik olsun diye bir tane Türk Bayrağı var mıydı?

Bakın, bu tiplerin Türk Milletine ve Türk Bayrağına bakışları bir Yunanlının bakışından bile daha düşmanca.

Gerçi Yunanlılarla aramızda bu yakın sıralarda doğal gaz boru hattı dolayısıyla yakınlaşma bile var. Başbakanlar el ele tutuşabiliyor. Neredeyse ilköğretimde okutulan kitaplardaki Türk-Yunan düşmanlığını anlatan bölümlerin ayıklanmasına sıra geldi. Ama bunların bakışları böyle.

Bu sözlerimizle; bu ülke için mücadele etmiş ve halen ediyor olan, hala Milli maçlarda Türk Milli Takımı için kendini paralayan, milletçe üzüldüklerimize ortak olan, bizim bir parçamız, adı Kürt soyadı Türk olan kardeşlerimizi incitmeyi hiç istemeyiz. Zannediyorum bu milletin bir parçası olan Kürt kökenli Türk kardeşlerimiz bu kafa yapısında olan insanlardan en az bizim kadar rahatsız.

Yapılan son istatistiklerin de Kürt kardeşlerimizin beraber yaşama arzusunda kararlı olduklarını ve bunu sağlamak için uğraştıklarını gösteriyor.

Neden mi? Şırnak-Şenoba’daki Babat’ların, Cizre’deki Tayan’ların ve daha nicelerinin PKK ile mücadelede ne kadar şehit verdiklerini?biliyor musunuz?..

Bilenler bilmeyenlere anlatsın...



Tarih : 15.11.2007

Zincirleme Reaksiyon

Bookmark Post in Technorati


Komplo lafını hiç sevmem, ama kullanırım. Yerine kullanılacak daha oturaklı bir sözcük yok..

Fransızca’dan dilimize geçmiş, kısaca “tuzak”, “tuzak kurmak” anlamında kullanılıyor.

Geniş manada ise; her yönünü bildiğimizi sandığımız bir olayın aslında perde arkasındaki görünmez kişilerce manipüle edilerek oluşturulduğunu anlatmak için kullanılan bir terim..

Örnek vermek gerekirse; 1992 yılında Ege’de yapılan "Kararlılık Gösterisi-92" tatbikatı sırasında, Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait "TCG Muavenet" Muhribimizin ABD uçak gemisi “Saratoga”dan atılan iki "Sea Sparrow" füzesi ile kaptan köşkünden vurulması sonucunda gemi komutanı da dahil olmak üzere 5 askerimiz şehit olmuş, 18’i de yaralanmıştı.

Hemen araştırma komisyonu kuruldu. Araştırıldı, taraştırıldı. Olayın kaza olduğu sonucuna varıldı. Eskilerin deyimiyle: ölene tabut, kalana zabıt, maktul derdest, katil firar, asayiş berkemal!..

Oysa en basit teknik bilgisi olan insan bile, Amerikan uçak gemilerindeki füze ateşleme sisteminin dörtlü şifre ve elektronik kilit sistemiyle çalıştığını bilirdi. Elimi kazayla ateşleme anahtarına çarptım palavrası burada tutmazdı. Füze, Muavenet’in kaptan köşküne kilitlenmiş ve füze hedefe vurana kadar elektronik sistem füzeyi hedefe kilitli tutmuştu. Bunun kaza olma ihtimali milyarda birdi. Ama milyarda bir ihtimal tuttu da bizim gemiyi vurdu!. Bunu ben demiyorum. Kaza diye rapor verenler böyle demiş..

Ardından; komplo teorisyenleri, iyi kötü günlük olayları takip edenler bu olayın kaza olmasının mümkün olmadığını dile getirerek, iki komplo teorisi üzerinde durdu:

Birincisi; Türkiye artık gemilerini ABD’den değil, Almanya’dan almaya başlamıştı. Bu nedenle ABD Türk Deniz Kuvvetlerinin Almanya’ya bağımlılığının artarak kendi etki alanından çıkacağını düşünüyordu..

Aynı yılın Temmuz ayında Kıbrıs Barış Harekatı'nda Deniz Kuvvetleri Komutanı olan emekli Oramiral Kemal Kayacan Dev-Sol tarafından şehit edildi.

Acaba emekli Komutanımızın şehit edildiğinde mi mesajı alsaydık, Muavenet olayı olur muydu? Ne dersiniz?

İkincisi; aynı yıl Türkiye’nin özellikle İran sınırına yakın olan bölgelerindeki karakollara PKK saldırıları artmış, bunun üzerine Demirel Hükümeti İran’la PKK’ya karşı ortak operasyonlar yaparak, PKK militanlarının baskın sonrasında İran içlerine kaçmasını önleyecek tedbirler almaya başlamıştı. İran ile görüşmeler bazılarını rahatsız etmişti de, acaba “biz burada dururken benim terörist ilan ettiğim bir ülkeyle nasıl ortak terörle mücadele edersin mi?” demek istenmişti?

İşte komplo denince bu türden fikir üretimlerini anlıyoruz. Keşke olayların masum görünüşleri ile olayları kabullenebilsek de, böyle düşünerek içimizi acıtmasak..

Ama olmuyor..Sebep sonuç ilişkilerini iyi kurarsak bizim gözlerimizin önündeki perde yavaş yavaş kalkacak..

Daha nice böyle olay var. Sırası gelince tek tek ele alacağız.

Hele hele, bütün herkesin kaza olarak kabul ettiği, ancak benim kafamda pek çok soru işareti doğuran devre arkadaşım Üsteğmen Alaaddin Saraçyakupoğlu dahil 90 askerle, 60 köylünün şehit olduğu Şırnak-Görmeç’teki askeri birliğin üzerine çığ düşmesi olayı var ki, anlatılmaya değer..

Dediğim gibi komplo sözünü hiç sevmem ama hayatımız komplo.. İnsan düşünmeden edemiyor..



Tarih : 15.11.2007

DTP Kongresi

Bookmark Post in Technorati



İnsanımız ne güzeldir..

Yapılan her işten önce ve bittikten sonra “Hayırlısı” deme alışkanlığı var..

İnsanımız mutlak bir iyilik beklentisi içinde olduğundan bir iş kötüye gidecek olsa bile, “Hayırlısı”der, ardından tevekkülle olabilecekleri beklemeye başlar. Ondan sonra iyilik mi olur, kötülük mü olur pek takip etmez..

Ancak toplumsal bazı olay ve olguların hayırlı olup olmayacağı verdiği işaretlerle kendini belli eder..

DTP’nin 7 Kasım’da yaptığı Kongrenin hayır mı, şer mi olacağı 26-28 Ekim tarihlerinde Diyarbakır’da yaptığı kongre öncesi hazırlık toplantısında belli olmuştu.

Toplantının başlangıcında eski DEP Milletvekili Leyla Zana kesin ültimatomunu vererek:

“Abdullah Öcalan'ın İmralı adasından çıkarılıp halkla iletişim kurabileceği bir yere nakledilmesi halinde silahlar susar" dedi.

Yani; siz Apo’yu İmralı’dan çıkarmazsanız bizim siyasi temsilcisi olduğumuz silahlı terör örgütü gereğini yapmaya devam eder, dedi. Bu cümle DTP’nin Diyarbakır Toplantısının başlangıç cümlesiydi. Başlangıçta bunu söylerlerse, toplantıda alınan kararları ve yapılan konuşmaları irdelemenin de anlamı kalmaz.

Şimdi düşünün.. Silahtan bıkmış, sorunların siyaset yoluyla çözümlenmesini isteyenler..

Demokratik düşünce tarzını benimsemiş olanların düşünce yapısında böyle bir söylem bulunur mu?Ya benim görüşüme uygun davranacaksın, ya da benim görüşümü kabul edene kadar silahlı şiddeti kabulleneceksin!.

Her neyse.. Derdimiz DTP Kongresinde alınan kararlar..

22 Temmuz seçimlerine Türkiye partisi olma şiarıyla ortaya çıkan bir partinin kısa sürede terör örgütünün bu kadar etki alanına girebileceğini pek çok kimse tahmin etmese bile ben pek ala ediyordum.

Köşe yazarlarımızın bir kısmının “Aman canım bunda ne var?Bakın, Kuzey İrlanda’da İRA terör örgütünün legal sözcüsü Sinn Fein, İspanya’da da ETA’nın kamuoyundaki vitrininde Henri Batasuna partisi var. Dünyada bunun pek çok örneği bulunmakta. Sen adamlara legal alanda siyaset yapma hakkı vermezsen, adamlarda yer altına kayar. Terör işte o zaman şiddetlenir.”mealindeki hezeyanları..

Hatta bazı siyasetçilerimizin :”Dağdakilere söylüyorum. Gelin düz ovada siyaset yapın.” açılımları..İşin bu noktaya gelebileceğini yıllar öncesinden söylüyordu.

Ancak DTP Kongresinden çıkan sonuca baktığınızda, bu kafa yapısındaki insanların silahsız olarak söyleyebilecekleri pek fazla bir şeylerinin olmadığını anlayabiliyorsunuz.

PKK’nın eylemlerinin yoğunlaştığı, toplumun şehit acılarıyla sarsıldığı bir ortamda “demokratik özerklik” gibi deve mi, kuş mu olduğu belli olmayan bir kavram toplumu gerer, kamplaşmayı körükler. Zira bölünmeyi siyaseten değil, silahlı olarak amaçlayanların sözlerden farklı söyleyebilecekleri olmayanların Türkiye partisi olabileceğini düşünmek saflıktan ibaret olur.

Çünkü DTP’nin iki lafından biri neredeyse diyalog.. Ama diyalog derken de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyorlar: ”Bizimle diyalog ancak bizim dediklerimizin tamamını-yani bölünmeyi-kabul ederseniz mümkündür. Yoksa, biz silahla diyaloğa devam ederiz. Sorunları bizim dikte ettiğimiz şekilde konuşabiliriz.”

Zaten Nurettin Demirtaş DTP Genel Başkanı seçilir seçilmez kongreye yönelik yaptığı teşekkür konuşmasında: DTP’ye karşı bir linç kampanyası yürütüldüğünü savunarak, “Bundan kim zarar görür kim karlı çıkar bunu kimse kestiremez”demiştir.

Ee, demek istiyor ki:

“1991’de benzer bir durumda İstanbul-Bakırköy’deki Çetinkaya mağazasına PKK militanlarının molotof kokteyllerle saldırması sonucunda 11 kişi ölmüştü.”bunu unutmayın..

“1994’te Tuzla tren istasyonuna PKK tarafından konulan bombanın patlaması sonucu 5 askeri öğrenci hayatını kaybetmişti.” Bunu ve bunun gibi nicelerini unutmayın. Benim size kim karlı kim zararlı çıkar demek istediğimden sizin çıkarmanız gereken sonuç budur mu demek istiyor?

Yoksa, 1998 yılındaki Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamada ölen 7 vatandaşımızdan mı bahsediyor?

Durun, belki de 1999 yılındaki Kadıköy’deki Mavi Çarşı’da 13 vatandaşımızın PKK tarafından yakılarak öldürülmesinden bahsediyordur.

Benim, bu beyandan çıkarabileceğim bu.. Terör olayları kronolojisini daha sağlıklı tutanların Nurettin Demirtaş’ın neleri kastettiğini daha iyi çıkarabileceklerini düşünüyorum.

Bekleyelim ve görelim..

Zaman neleri kastettiğini net olarak gösterecek.. Özellikle önümüzdeki günlerde akşam haberlerini dinlerken diyaloğun neleri içerdiğini daha iyi anlayabileceğiz..


Tarih : 13.11.2007

Osman Pamukoğlu Kimdir? Osman Pamukoğlu Hayatı, Osman Pamukoğlu Biyografisi

Hayatı

1947 yılında Sinop’un Gerze ilçesinde doğmuştur. Selimiye Askeri Ortaokulu, Kuleli Askeri Lisesi, Kara Harp Okulu, Piyade Okulu, Kara Harp Akademisi, Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Milli Güvenlik Akademisi’nde öğrenim yapmıştır. 11 yaşından itibaren 43 yıl üniforma giymiştir. On yıl piyade subayı, 16 yıl kurmay subay olarak, kıta komutanlıkları ve karargah subaylığı görevlerinde bulunmuştur. 1993′de Tuğgeneralliğe terfi etmiş, 1997′de Tümgeneralliğe yükselmiştir. 2002′de Tümgenerallikten emekli olmuştur.


1990-1992′de Edirne-Uzunköprü’de 42′nci Piyade Alay Komutanlığı, 1993-1995′de Hakkari’de Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanlığı, 1998-2000′de Kıbrıs’ta 28′nci Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı, 2000-2001′de İstanbul’da Piyade Okul Komutanlığı vazifelerini yapmıştır. Osman Pamukoğlu, 1. Dereceden Altın Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, 2 kez Üstün Cesaret ve Feragat Nişanı ve 5 kez Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı almıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır.



Askeri Kariyer

1990-1992 yılları arasında 42.Piyade Alay Komutanlığı, 1993-1995 yıllarında Hakkari Dağ ve Komando Tugayı ve Hakkari Güvenlik Komutanlığı yapmıştir. Hakkari’deki görevi sırasında PKK’ya karşı yapılan en büyük harekât olan Çelik-1 Operasyonu’nu yönetmiştir. Çelik-1 harekatı 19 Mart 1995 günü başlamış ve toplam 37 gün sürmüştür. Operasyona 6 Tugay’dan 35 bin asker ve 10 bin korucu katılmıştır.

Güneydoğu görevinden sonra KKTC Paşaköy’de 28.nci Tümen Komutanlığı’nı üstlendi. 2000- 2001′de Piyade Okul Komutanlığı görevinden sonra 4 Ağustos 2002 yüksek askeri şura tarafından emekli edilmiştir. Pamukoğlu Türk Ordusunda 5 tane Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı’na sahip tek kişidir.


ESERLERİ

Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok
Kara Tohum
Ey Vatan
Cumhuriyet Dönemi Öncesinde Türkler

alıntıdır