22.09.2008

3ncü Viyana Kuşatması | Sedat ONAR




3ncü Viyana Kuşatması

Aslında 1932 ile 1968 yıllarında Portekiz’i yöneten Oliveira Salazar’ın faşist idaresini halka daha kolay kabullendirmek için ortaya koyduğu meşhur 3F formülünden bir F’si futbol. Diğerleri Portekiz arabeski kabul edilen Fado müziği ile eğlence anlamındaki fiestadır.

Başka bir faşist idare altındaki Portekiz’in sınır komşusu İspanya ise bu 3F formülü Flamenco, Futbol ve Fiesta olarak uygulanmış. İspanya Cumhuriyetçileri Franco’ya nazire olsun diye 3F’yi Franco, Futbol ve Faşizm olarak adlandırmış. Ama her şey değişse de değişmeyen tek F futbol kalmış.

Marksist ideolojiye göre futbol, egemen sınıfların işçi sınıfının uyanışını önlemek için ortaya attığı suni bir meşgale. Güya insanların zihni futbolla meşgul olursa, sağlıklı ve kendi kaderlerini belirleyici bir rol oynayamaz; kendine dayatılan bu kültür ürünü ile zihni ne kadar meşgul edilirse hakkını arayamayan bir andavala dönüşür diye bir teori ortaya atmışlar.

Zaten bizim derdimizde ne komünizm, ne faşizm… İnsan özgürlüklerini budamaktan ve insanlara acı ve göz yaşı vermekten başka bir halt yiyemeyen her iki ideolojiden de farklı bir şey bekleyemezdik. Birisi milleti inim inim inletmek için futbolu kullanıyor, diğeri de külliyen reddediyor.

Yok arkadaş, o kadar da değil…

Futbolu seviyorum diye hakkımdan da, hukukumdan da vazgeçmem.

Futbol bizim milletimiz için ayrı bir şey. Kah faşizmdeki gibi bizim günlük dertlerimizden bizi kısa süre de olsa uzaklaştırıyor, kah komünizmde ki gibi kısmi bir uyuşukluğa itiyor. Ama ne olursa olsun zevk ve heyecan veriyor. Hayata renk katıyor.

Ben futbol seyrederken hayat pahalılığını da, türbanı da, özelleştirmeyi de kısa süreliğine olsa düşünmem. Futbolu futbol olarak seyrederim. Kendi güçümle yapamayacağım her şeyin futbol aracılığı ile yapılması beni rahatlatır. İçindeki ezikliği, hayal kırıklıklarını, elemleri futbol sayesinde atarım.

Hele benim için Fenerbahçe’den önce gelen tek takım olan Milli Takım’ın galibiyetleri ayrı bir anlam taşır. Bana göre Kurtuluş Savaşındaki emperyalist işgale karşı direnen Kuvay-ı Milliye’dir Milli Takım…

Yunan’a Ege’yi dar eden Demircili Mehmet Efe’dir, Nihat Kahveci…

Atça ovasınında Yunan peşinde koşan Atçalı Kel Mehmet’tir, Arda Turan…

Konak meydanında ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’dir, Servet Çetin…

Kadifekale’ye Türk bayrağını çeken Kaymakam Reşat Bey’dir, Volkan Demirel…

İzmir’e ilk giren süvarilerin komutanı Miralay Zeki bey’dir, Hamit Altıntop…

Yaralı halinle hastaneden kaçıp, Yunanla savaşırken şehit düşen Mülazım Yıldırım Kemal’dir, Tuncay Şanlı…

Daha sayalım mı?

Ben bir Alman’ın, bir İngiliz’in, bir Fransız’ın seyrettiği gibi seyredemiyorum. Belki bayrağımıza yüklediğim anlamdan ve bu anlamı göğüslerinin üzerindeki formada taşıyan insanların bunun hakkını vermeleri gerektiğinden…

Yendik mi, gururumuzun uluslararası arenada okşandığını, yenildik mi rencide edildiğimizi hissediyorum.

Viyana’yı artık silahla işgal etmemiz hem anlamsız, hem mümkün değil. Ama futbolla ve gollerle aradan 325 yıl geçtikten sonra fethetmemiz mümkün. Ben turu geçeceğimize kalben inanıyorum. Farz edelim geçemedik. Ben kısa da olsa bu Kurtuluş Savaşı coşkusu yaratan 11 askerle başlarındaki komutan Fatih Terim’e şükranlarımızı sunuyorum. Artık eskisi gibi yenildik ama ezilmedik atasözünü söylemiyoruz. En azından elimizden kaçırdık gibi böbürlenmeleri bize yaşatıyorlar.

2nci Viyana Kuşatması başarısızlıkla sonuçlanınca kademe kademe Edirne’ye kadar çekildik.

3ncü Viyana Futbol Kuşatması da bizim Avrupa Birliğinden geri çekilmemizin habercisi olmasın diye temenni ediyoruz.

Bu gece Ernst Happel kalesini fethedeceğimizi zannediyorum. Avrupa artık Türk isminin yanında Türk futbolunu da konuşmaya başlayacak…

Birde, Viyana Kapıları önünde şehit düşen Yeniçerilerin ruhları bizimle olacak, ben inanıyorum…

Tarih : 20.06.2008

Hiç yorum yok: