Devletin her tarafı kıpır kıpır oynamaz.
Devlet bir konuda karar verdi mi, o karaların takipçisi ve uygulayıcısı olur.
Devlet bir konuda politika belirlerken; ele aldığı konuyu enine boyuna düşünür, devletin bekası ve geleceğini göz önüne alarak politikasını oluşturur. Özellikle devletler, geleceklerini ipotek altına alacak politikaları belirlerken acele kararlar vermez. Vermiş ise, kısa vadede iş işten geçmeden ve testi kırılmadan politikasında değişiklikler yaparak ilerideki çok keskin politika değişiklikleri ile toplumun hayal kırıklıklarına uğramasını engeller. Buna vizyon sahibi olmak denir.
Bu özellik her politikacıda bulunmaz. Vizyon sahibi ve ileriyi gören politikacıların olduğu toplumlarda sorunların aşılması daha kolay ve toplumu germeden olur. Siyaset adamları sorunları yıllar öncesinden çözmeye başlamış olduğu için, toplumda yeni sorunları çözmeye zaman ve enerji kalır.
Ancak bırakın belli bir vizyona dayalı politikaları, Türkiye’nin günü kurtarmaya yönelik kıraathane politikalarından öteye gidemeyen bir siyaset anlayışı var.
Neden mi?
Yaklaşık olarak 200 yıldır Türkiye’nin enerjisini soğuran bir sorunumuz ve daha ismini bile koyamadığımız 200 yaşında bir çocuğumuz var da ondan...
Devlet büyüklerimizin bundan 30 yıl önce “Geri Kalmışlık Sorunu”, 20 yıl önce “Güneydoğu Sorunu”, 10 yıl önce “Terör Sorunu”, 4 yıldan bu yana da “Kürt Sorunu” adını koydukları bir sorunumuza hala kesin bir ad koyamadıkları için halen sorunun çözümüne yönelik bir tedavi de uygulayamadılar. Doktor eğer bir hastanın hastalığına yanlış teşhis koyarsa elbette tedavisi de yanlış yapılır. Bunun için vizyon sahibi politikacılar da bu sorunu tedavi edemiyorlar.
Tedavi devamlı Genel Cerrah durumundaki Türk Silahlı Kuvvetlerine düşüyor. Cerrah da nasıl yaparsa öyle yapıyor. Neşterle iltihaplı bölgedeki cerahati akıtıyor. Bir daha ki apseye kadar durum idare ediliyor. Askerler; sorunu öncelikli bir “Güvenlik Sorunu” olarak, daha sonra ise “Kürt Sorunu” algıladıklarını gösteriyor.
Bence de sorun iki farklı yaklaşımla izah edilmeye başlandığında bu iki tanımla açıklanabilecek nitelikte. Elbette asker sorunu öncelikle güvenlik sorunu olarak görüyor. Zira, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak parçaları üzerinde hala elinde silahla dolaşan yasadışı unsurlar varsa, sorunun güvenlik sorunu olarak tanımlanması çok doğaldır. Bu eli silahlı unsurların ortadan kaldırılması ile gerçek ve ölümcül asıl sorun ortaya çıkıyor: “Kürt Sorunu”
Bakın, Allah aşkına.. Bunu ben demiyorum. Yıllar boyunca terörle mücadeleye komuta etmiş emekli Komutanlarımız diyor.
Fikret Bila’nın “Komutanlar Cephesi” isimli kitabında Komutanlarımızın hemfikir oldukları yegane konu, tehdit önceliklerinin sıralaması. Bütün komutanlarımız ülkemize yönelik tehditleri öncelik sırasına göre şu şekilde sıralıyor:
Kuzey Irak’da Bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması: Kurulacak bir Kürt Devletinin bölgede etrafı düşmanlarla çevrilmiş ikinci bir İsrail olacağı, bu nedenle yüzyıllarca sürecek bölgesel bir sorunu başlatacağı ve bu ülkenin kısa vadede ABD’nin müttefiki olarak görülse bile uzun vadede ABD’nin kolaylıkla gözden çıkaracağı bir ülke konumunda olacağı belirtiliyor. Ancak, asıl önemlisi ise; zamanla bu Kürt Devletinin Türkiye’deki Kürtler açısından bir cazibe merkezi haline geleceği, dolayısıyla Türkiye’deki Kürtlerin uzun vadede de olsa Türkiye’den ayrılacağı endişesi dile getiriliyor.
Kerkük’ün Statüsü: Kuzey Irak Kürt Yönetiminin, Kerkük’ün nüfusunu Kürtler lehine bozacak şekilde diğer bölgelerde yaşayan Kürtleri uzun süreden bu yana Kerkük’e yerleştirmesinden dolayı yapılacak bir referandum sağlıklı olmayacak ve Barzani’nin isteği doğrultusunda sonuçlanacaktır. Eline Kerkük petrolleri gibi önemli bir maddi güç geçen Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimi, bölgede Türkiye’ye karşı bir cepheleşmenin fitilini ateşleyecektir. Bu da Türkiye’nin güney sınırını ve demografik yapısını bozacak nitelikte gelişmelere neden olacağı belirtiliyor.
PKK Tehdidi: Türkiye’nin Güneydoğusunda bir güvenlik ve istikrarsızlık sorunu olarak görüldüğü belirtilerek; PKK’nın siyasallaşmasının silahlı tehdidinden daha yıkıcı olduğu vurgulanıyor.
Komutanlarımız geçmişte Türk Devletinin yapmış olduğu kısmi hataların sorunun çözümsüzlüğünde önemli rol oynadığını, devletin bu sorunu devamlı askeri güçle çözmeye çalıştığını ve bu nedenle bu güne gelindiğini belirtiyorlar...
Şimdi yazımızın girişinde; bir devlet vizyon sahibi politikacılarla gelecekte karşılaşma riski olan sorunlarını yıllar öncesinden çözerek, gelecekteki enerjisini toplumun refahı ve gelişimine harcar demiştik.
Eh, şimdi ne oldu? Türkiye başladığı noktaya mı dönecek?
Kuzey Irak’daki Kürtler daha rahat bir devlet kursunlar diye 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında 36ncı paralelin kuzeyi Saddam’a yasak bölge ilan edilmemiş miydi? O zamanlar Kuzey Irak’da bir Kürt Devleti kurulmaya başlandığını görmek için illaki uydu gözlemleri mi gerekiyordu?
Adamlar bağıra çağıra bir Kürt Devleti kurdular ve kurarlarken de Türkiye’ye bacaklarını tutturdular...
İş işten geçmek üzere... Burada kurulacak bir devletin Türkiye’de nelere yol açabileceğini sağduyulu herkesin görmesi gerekiyor.
Artık vizyon sahibi olma zamanı gelmedi mi?
Böyle giderse sadece Kerkük’ü değil, daha önemli varlıklarımızı kaybedeceğiz. Artık geleceği gören etkili bir lider artık sorumluluğu omuzlarına almalıdır..